27 Ara 2009
16 Ara 2009
Her zaman arslan KAZANMAZ!
Bir vadide yaşayan hayvanlara arslan musallat olur. Hayvanlar toplanarak aralarında konuşup arslana şöyle bir teklifte bulunurlar. "Bizi bu şekilde korkutma, hırsına esir olma. Aç gözlülüğü bırak. Biz aramızda kura çekeriz, kura kime çıkarsa o gün senin nasibin o olur" derler. Bu teklif arslana uygun gelir. Hayvanlar böylece korkudan emin olurlar. Kura tavşana çıkınca tavşan arslana gitmez. Bütün hayvanlar gitmesi için zorlarlar. Sonunda tavşan yola çıkar. Fakat bir hile düşünür ve gecikir. Arslanın sabrı taşmıştır. Sonunda tavşan gözükür. Arslan kızar. Ancak tavşan bahanesini söyler. Yanında bir arkadaşının olduğunu, yolda gelirken başka bir arslanın yolu tutup kendilerini bırakmadığını, arkadaşını rehin
13 Ara 2009
Bir Ressam’dan Hayat Dersi
26 May 2009
Acele Karar Vermeyin
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış.
Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış…
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. ”Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki at yok.
Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın” demişler…İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş.”Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş…Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.”Babalık” demişler “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..” “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler…
Bir hafta geçmeden vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. ”Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. ”O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış, çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer…” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”
20 May 2009
ÖZGÜRLÜĞÜ ÇİZMEK
Bazen insanları hafife almak için
"Çocuk gibisin, çocuk gibi davranıyorsun!" denir ya.
Bu hikâyeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan.
Babası İspanya'nın en ağır siyasî cezalarının verildiği hapishanede mahkûmdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.
Yine ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü, ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkûmlara verilmesi yasaktı.
Bu sebeple kâğıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı. Çok üzülmüştü küçük kız.
Babasına söyledi bunu, o da "Üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.
Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.
Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: "Hım mm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?" Küçük kız babasına eğilerek sessizce cevap verdi:
"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!"
16 Nis 2009
AZMİNİ YİTİRMEYEN ER GEÇ BAŞARIR!
Bir gün iki kurbağa süt dolu bir küpün içine düşmüşler.
Kurbağalar atlamış, zıplamış, çırpınıp durmuşlar. Ama nafile!
Küpün içi kaygan olduğu için bir türlü dışına atlayamamışlar. Kurbağalardan biri dayanamayarak "Buradan kurtuluş yok!" diye düşünmüş ve kendini salıvermiş, tabii sütün içinde boğulmuş.
Öbür kurbağaysa azmini yitirmeyerek "Direnmeye devam etmeliyim; zıplayayım, belki gelip kurtaran olur!" diye düşünmüş, başlamış sıçrayıp debelenmeye ve bağırmaya... Uzun süre uğraşmış, didinip durmuş, bakmış ki kimse gelemiyor; tam azmini, umudunu yitiriyormuş ki, içinde zıpladığı süt çalkalanmadan dolayı kaymak bağlamaya başlamış.
Direnen kurbağa da kaymağın üzerinde kalıp batmaktan kurtulmuş ve sıçrayıp dışarı atlayıvermiş.
21 Mar 2009
Kartallar Ve İnsanlar
2 Mar 2009
TİLKİ İLE YILAN
26 Şub 2009
FARE KAPANI,...banane...
Anne baba ve minik fare doğruca bahçeye diğer hayvanların yanına koştular. “Evde bir fare kapanı var… evde bir fare kapanı var!..” Tavuk umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını çevirdi ve gıdakladı: “Bu sizin sorununuz benim değil. Bana bir zararı olmaz.”
Tavuktan destek alamayan fare ailesi bu sefer telaşla koyunun yanına koştular.”Evde bir fare kapanı var!” diye haykırdılar bir kez daha. Koyun anlayışla karşıladı ama, “Çok üzgünüm ama sizin için dua etmekten başka bir şey gelmez elimden” dedi.
Yardım isteyebilecekleri başka kimse kalmamıştı. Umutsuz, başları önde, eve geri döndüler. Çiftçinin kurduğu fare kapanına birgün birer birer yakalanacaklarını biliyorlardı. Umutları yoktu. Yardım edecek kimse de. Evin içinde artık bir ölüm sessizliği vardı. Minik fare ve ailesi iki gündür açlık ve susuzluktan bitkin-hasta düşmüşlerdi. Birden bir gürültü duydular, gecenin sessizliğinde bölen ses fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, fare yakalandı diye düşünerek yatağından fırlamış ve mutfağa koşmuştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğundan kısıldığını fark edemedi tam ışığı yakmak üzereyken, kapana yakalanan yılan kadını ayağından soktu.
Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehiri temizledi, yarayı sardı ve eve gidebileceklerini ama hastanın iyi beslenmesi ve dinlenmesi gerektiğini söyledi. Kadıncağınız ateşi vardı ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilirdi. Çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu, tavuğu kesti. Karısı tavuk suyuna çorbayı içtikten sonra biraz kendine gelir gibi oldu.
Kadının hastalığını duyan akrabaları-kolu-komşu ziyarete geldiler. Evde pek bir şey yoktu. Onlara ikram etmek için çiftçi bahçedeki koyununu kesti.
21 Şub 2009
AKILI PUROCU
Amerika'da bi adam çok değerli ve ender bulunan purolardan bir kutu almış ve bunları her türlü yangına karşı sigortalattırmış. Adam purolarını keyifli keyifli içmiş, sonra da tam sigortanın son taksidinin ödeme günü geldiğinde, "Purolarım seri yangınlar sonucunda yandı. Zararımı karşılayın" diyerek sigorta şirketine başvurmuş. Şirket taabi ödeme yapmayı reddetmiş. Gerekçe de, puroların "alışılmış" yöntemlerle yanmasıymış. Bunun üzerine adam da mahkemeye başvurmuş.
Hakim davayı adamın lehine sonuçlandırmış; çünkü elindeki sigorta poliçesinde "kabul edilemez yangınlar" diye bi madde yokmuş, purolar her türlü yangına karşı sigortalıymış. Şirket karşı davanın uzun süreceğini ve sonunda da başarılı olunamayacağı ihtimalinin yüksek olduğunu gördüğünden kararı kabul etmiş. Adama "zararı" karşılığında tam 15 bin Amerikan doları ödenmiş.
Olay asıl bundan sonra başlıyor: Sigorta şirketi adam parasını tahsil ettikten sonra polise başvurmuş ve purocuyu 24 kundakçılık olayından suçlu göstererek tutuklattırmış. Sigorta poliçesini ve mahkemedeki ifadesini de delil olarak mahkemeye sununca adamın kaçacak yeri kalmamış. Bizimki ender bulunan puroları bilerek ve isteyerek "kundaklamak" suçundan hepsi başına birer aydan toplam 24 ay hapis cezasına çarptırılmış!
4 Şub 2009
BALON...
17 Oca 2009
Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. ”O zaman” der öğretmen.
“Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”
Öğrenciler , bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır.
Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”
Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.”
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk?”
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
5 Oca 2009
BİR BOŞANMA DÂVASI
Mahkeme salonu gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dâva olmadığı için salonda fazla izleyici yoktu. Gencecik hakim salona girdi. Önündeki dosyaya bir göz attı: "Yine boşanma dâvası ha!" Başını kaldırdı. Bakışlarını dâvâlıyla davacıya çevirdi. İkisi de 70'ini aşkın görünüyordu. Şaşkınlık içinde sordu: "Boşanmak mı istiyorsunuz?" Yaşlı kadının gözleri doluydu.
Kırpışma kırpıştım torunu yaşındaki hakime baktı ve inim inim bir sesle hikâyesini anlatmaya başladı:
"Bu gördüğün adamla 50 yıl kadar önce evlendik yavrum! Evlendiğimizin birinci yıldönümünde kocam olacak bu adam bana sedef çiçeklerinden oluşan bir buket verdi. Onları öyle çok sevdim ki, yapraklarından yeni sedef çiçekleri ürettim. Zamanla çoğaldılar. Çocuğum da olmadığı için bütün sevgimi onlara yöneltmiştim. isimler bile takmıştım."
Gözlerini sildi: "Her gün sedef çiçeklerimi suluyor, toprağını havalandırıyor, sevip okşuyor ve onlarla konuşuyordum. Bir gün baktım, yaprakları sararmaya başladı. Kocam bahçıvandır. Çiçeklerimin neden sararıp solduklarını sordum. Bana dedi ki: 'Sedef çiçekleri gündüz değil, gece yarısından sonra sulanırmış. Bunu duyduğumdan beri hastalıkta sağlıkta, soğukta sıcakta, tam 50 yıl boyunca her gece sabaha karşı saat 2 de yatağımdan kalkıp evlâtlarını emziren anne hassasiyeti içinde sedef çiçeklerimi suladım. Bu benim kocam olacak adam, 'Bir gece de ben kalkayım, karıma yardımcı olayım!' demedi. Hiçbir faydasını görmedim."
"Peki!" diye araya girdi genç hakim, "Boşanmak için bunca sene neden bekledin nine?" Yaşlı kadın yemenisinin ucuyla gözlerini silerken konuştu: "Ailenin kutsal olduğunu öğrettiler bize evlâdım, zırt pırt boşanma olmaz. Boşanmak için bıçağın kemiğe dayanması lâzım!"
"Anladım !" derken gülümsedi hakim, "Peki, bıçak ne zaman kemiğe dayan- di?" "Birkaç gün önce!" diye soruya cevap verdi yaşlı kadın, "Yorgunluktan, belki de yaşlılıktan o gece uykuda kalmışım. Çiçeklerime su veremedim. Yavrucaklar susuzluktan sararıp soldular. Kocam olacak adam, hiç olmazsa beni uyandırarak yardım etseydi! Ama hayır! O kadar duyarsız ve umursamaz biridir ki, uyanmışsa bile sırf bana yardımcı olmamak için beni uyandırmamıştır. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli kalamam, lütfen bizi boşayın!"
Kadın sustu. Gözlerini tekrar sildi.
Gencecik hakim yaşlı adama döndü: "Nineyi duydun, söyleyecek bir şeyin var mı?" "Var!" dedi yaşlı adam, karısı tarafından ağır şekilde suçlandığı için Önüne doğru bakarak anlatmaya başladı:
"Askerliği reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada tanıdım Ayşe'mi. Ona sedef çiçeklerin- den buketler verdim. Delice sevdik birbirimizi. Sonra evlendik. Evliliğimizin ilk yıllarında boyun ağrısı çektiği için doktora götürmüştüm. Doktor, boyun kireçlenmesi teşhisi koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boynundaki kireçlenmenin artacağını, bu sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerektiğini söyledi. Fakat eşim inatçıdır, doktoru dinlemedi. Aramızda bu tartışma sürerken sedef çiçekleri yaprak dökmeye başlamaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi: Onları gece yarısından sonra sularsa yeşereceğini söyledim. Böylece uzun süre yatakta hareketsiz kalmamasını sağlamak istiyordum. Ancak uykusu ağırdır Ayşe'min. Bu yüzden yıllardır saat 2'lere kadar uyumadım. Çeşitli yollardan onu uyandırdım. Sevdiğim kadını evlâdı gibi sevdiği çiçeklerini sularken her gece gizlice seyrettim. Ama geçen gece yaşlılık işte, uyanamamışım. Uyanamayınca da Ayşe'mi de uyandıramadım. Çiçekler susuz kaldı. Bu yüzden de suçlanıyorum. Ve dünyada her şeyden çok sevdiğim kadın, bu yüzden beni boşamak istiyor."
Yaşlı kadın kocasına baktı. Hıçkırdı, sarsıldı. "Nasıl da yanılmışım?" diye bağırdı. Sendeleye sendeleye kocasının yanına gitti, kocasına sarıldı.
"Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi değildir" diye mırıldandı gencecik hakim,
"Herkes hayatı kendi duruşuna göre yorumlar."
Dosyayı mübaşire uzattı: "Dâva düşmüştür."
Gözlerinden iki damla yaş damlıyordu.
.
BALONCUNUN ZENCİ ÇOCUĞA İBRETLİK CEVABI
Küçük zenci çocuk şehrin lunaparkında dolaşırken satıcının elindeki balonları seyre dalmıştı.
Her renkten ve her biçimden balonlar ışıl ışıl parlıyorlardı. Derken birdenbire kırmızı balon kazara bağlandığı yerden kurtularak havada uçtu, uçtu, uçtu ve nihayet aşağıdan seçilemeyecek kadar yükseldikten sonra gözden kayboldu.
Bu manzarayı seyretmek için öyle insan kalabalığı toplanmıştı ki, satıcı bir tane daha bırakmanın iyi reklam olacağını düşünerek havaya parlak sarı renkte balon daha bıraktı. Arkasından bir tane de beyazını çözdü.
Küçük zenci, olduğu yerden büyük hayranlık içerisinde ardı ardına uçan rengârenk balonları seyrettikten sonra "Baloncu amca!" dedi. "Acaba bir de siyah renkte balon bıraksanız, ötekiler kadar yükselir mi ?"
Baloncu adam anlayışlı bakışla çocuğa tebessüm ederek siyah renkli balonu çözdü.
Parmaklarını gevşetip onu da boşluğa bırakırken "Yavrum !" dedi,
"Bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir."
Altın renkli kutu
Pek çok şeyi çocuklardan öğreniriz.
Geçenlerde bir arkadaşın 3 yaşındaki kızını bir rulo altın renkli kaplama kâğıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı.
Durumları iyi değildi ve kızının kâğıtları bir kutuyu süslemeye harcaması onu çok sinirlendirmişti.
Buna rağmen küçük kız ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi ve "Bu senin için babacığım!" dedi.
Arkadaşım, gösterdiği tepki için kendini suçlu hissetti ama kutunun boş olduğunu görünce için için sinirlenmekten de kendini alamadı.
Kızına bağırdı: "Birine hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?"
Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi: "Ama babacığım, kutu boş değil ki! Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin için babacığım!"
Babanın içi paramparça olmuştu. Kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı.
Arkadaşım bu altın renkli kutuyu yatağının başucunda yıllarca sakladığını anlattı bana.
Ne zaman cesaretini kaybetse, kutunun içinden hayalî bir öpücük çıkarıyor ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu.
Gerçek anlamda bakmak gerekirse, her birimiz arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından bize sunulan karşılıksız sevgi ve öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz.
Dünyada sahip olabileceğimiz en değerli şeylerdendir bunlar...